30 Aralık 2009 Çarşamba

Siyah Süt ve Elif Şafak'ın annelik bunalımı..


2007'de yazdığı, Fransızca'ya da çevrilen Siyah Süt, Elif Şafak'ın doğum yaptıktan sonra girdiği depresyonun izlerini taşıyor. Fransızca'ya da çevrildi. Doğumdan sonra 10 ay boyunca kalem kıpırdatamamış, daha sonra 2.5 ay boyunca durmadan yazmış. Yaa hazır depresyondayım, yazacak birşey de bulamıyorum, gelgitlerimi anlatayım demiş anlayacağınız. Şafak romana içimdeki parmak kadınların mücadelesi diyor. Roman kurgusu 6 hayali kadın karakter üzerine kurulu. Bunlar Sinik Entel Hanım, Anaç Sütlaç Hanım, Can Derviş Hanım, Hırs Nefs Hanım, Saten Şehvet Hanım, ve Pratik Akıl Hanım. Bu 6 ''parmak'' kadın Elif Şafak'ın farklı yönlerini, farklı düşüncelerini ve birbirleriyle olan çekişmelerini simgeliyor.

Aslına bakılırsa, roman çok cesurca yazılmış. Çünkü genelde doğumdan sonra bir annenin sorgusuz sualsiz hayatını, geleceğini, kariyerini, hatta giydiği elbiseyi bile bebeğine adapte etmesi beklenir. Hele ki müslüman bir toplumda yaşıyorsanız... Neden peki? Bir annenin kafası karışamaz mı? Bilemiyorum, bu çocuk da neyin nesi, diye soramaz mı? Bu kadar kolay mı? Hoop, doğurdun, tamam şimdi seni hemen baştan yaratıyoruz, bütün hayallerin, düşüncelerin, planların değişecek mi diyorlar? Kimileri çok eleştirdi Şafak'ı. Vay efendim bebeğe verilen ilk süt kadar kutsal birşey siyah diye hor görülür müymüş. Halbuki her kadın bu çekişmeleri doğumdan sonra-hele ki ilk doğumuysa- yaşar. Şafak'ın farkı bunu milyonlarca insanla paylaşabilecek kadar cesur olması... Söylenemeyenleri dile getirmesi... Vay efendim o zaman doğurmasaymış. Bir insan pratikte bu fikre ne kadar hazırlıklı olabilir ki, tamam biliyorsun, bebeğini kucağına alacaksın, hayatın ister istemez değişecek, ama yaşamadan bunu nasıl metalaştırabilirsin ki... Kaldı ki kitapta anneliğin güzel yönlerinden de bahsediyor, isteyen bardağa istediği yönden baksın diye...

29 Aralık 2009 Salı

Son yolculuğumuz: Kağıt Helva...

Elif Şafak'ın son kitabı Kağıt Helva bu ay çıktı. Bir alıntı kitabı... Kitabında ilk romanı Pinhan'dan son romanı Aşk'a kadar alıntılar var. Bir nevi şimdiye kadar yazdıklarının biyografisini çıkartmış Şafak. Bütün yazdıklarımı baştan okudum diyor; herkesi bu uzun yolculuğa davet ediyor.
Gelelim ismine; neden Kağıt Helva? Tadımlık bir kitap yazmak istemiş, insanları doyurmak için değil...
Diğer yazdıklarından daha az emek var bu kitapta denilebilir; yazar yeni şeyler söylememiş, eski söylediklerini derlemiş. İster istemez acaba söyleyecek bir şeyi kalmadı mı diye soruyor insan. Aslında her iyi yazarın yaşantısında böyle tıkanma anları olmuştur, sonuçta fırıncı değiller ki her gün yeniden ekmek küreklesinler. Belki de geçmişine şöyle bir göz atmak istemiştir. Bir de Elif Şafak'ın kendisinden dinleyelim Kağıt Helva'yı:

- Aşk öyle dolu dizgin bir yol kat etti ki diğer kitaplarınız unutulup gitmemek için kendilerini hatırlatmak mı istedi?
- Aşk'tan sonra şöyle bir durup, kendime, geçtiğim yollara bakmak istedim. Neler yazmışım, kalemimden neler çıkmış? Hatırlamak, hatırlatmak istedim. Çünkü Pinhan'dan beri beni takip eden bir kesim de var. Biraz yazarın ayak izleri gibi. O anlamda Kâğıt Helva benim için çok özel bir çalışma.
- Sizi yıllar önce Pinhan'la takip etmeye başlayan okurların, Aşk'la keşfedenlere karşı biraz tepeden bakar gibi bir halleri var. Bu kitap, onları birleştirme çağrısı sayılabilir mi?
- Evet, sanki bir Aşk'la tanıyanlar, bir de daha öncekiler diye iki grup var. Öteden beri tanıyanlar, yeni tanıyanlara bazen kızıyor, daha çok sahipleniyorlar. Bu iki grubu yakınlaştırmak, bir süreklilik duygusu yaratmak da istedim. Ben yazarken kafamda hikâyeyi mühendislik gibi kurmuyorum, biraz da bilmeden, biraz sarhoş şekilde yazıyorum. O sarhoşluğun içinde de kendime bir yol haritası çıkarmak ve bunu beni seven, daha ruhdaş okurlarla paylaşmak istedim.
- Kitapta ilk sırayı aşk temasına vermişsiniz. Aşk, bu kadar önemli mi, varoluş amacımız mı?
- Aslında kâinatın özü, yaradılışımızın gayesi, her şeyin özü cevheri aşk, onun için birinci sırada.
- Alıntıları seçerken, 'Nasıl da değişmiş düşüncelerim?' dediğiniz oldu mu hiç?
- Evet, 'Neler yazmışım, ne kadar değişmişim? Bunu ben mi yazmışım?' diye hayret ettim. Her birini yazarken farklı bir insanmışım. Dokuz kitabımı yan yana koyup baktığımda her birinin içeriği, enerjisi, dilinin farklı olduğunu görüyorum. Ama o değişimler içinde bir ahenk var. Acaba hangi temaları daha yoğun hissedip, daha yoğun işlemişim, bu gözle bakıp, böyle bir izlek çıkarmak istedik. 10 temayla da sınırlı tuttuk. Bu temalar üzerinden alıntılarımız var.
- Yazar, her yazdığını sever mi?
- Hayır. İlk öykü kitabımı sevmem, amatörce bulurum. Ama Pinhan dönüm noktası. Pinhan'la benim beynimde başka kapılar açıldı. O günden bugüne yazdıklarımı seviyorum. Ama seviyorum demek sürekli onlarla yaşıyorum, demek değil. Sanki her kitap kendi yoluna gitmiş eski bir dostunuz, hayatını yaşamış ve seneler sonra karşılaşıyorsunuz.
- Favori kitabınız var mı?
- Benim her zaman için gönlümdeki favorim yazmadığım kitap, henüz gelmeyen kitap.
- Aşk romanından sonra size hep aşkla ilgili sorular gelmesinden sıkılmaya başladınız mı?
- Hayır, sıkılmıyorum. Çünkü Aşk'tan sonra toplumun çok farklı kesiminden, kılık kıyafetten insanla etkinlik yaptım, yakın bir temasım var. Bundan inanılmaz bir enerji, moral alıyorum. Okur, kitapla çok dolaysız bir ilişki kuruyor, sohbet ediyor, ruhdaşlık hissediyor. Yazarın şahsiyetinin hiç önemi yok. Bizde ise medyada yazara dönük bir durum var. O, yazarı yıpratıyor.
- Bu nedenle mi bazı yazarlar ortaya çıkmaktan hoşlanmazken, siz hep onlarla birliktesiniz?
- Roman sanatı o kadar yalnız bir sanat ki. Çok içsel bir yolculuk. Biz yazarken çok yalnızız, okur da okurken yalnız. Film izlerken, sergide öyle değil. Oysa roman, okur ve romancı arasındaki üçgende bir sırdaşlık var. Hep böyle değildim, seneler içinde bunun önemini daha iyi anladım.
- Bunu Salinger gibi inzivaya çekilen yazarlar da duymalı...
- Daha içe dönük, belli bir kozada yaşayanlara da saygı duyuyorum. Bir yanım öyle çünkü, yazarken en azından öyleyim. Ama kitap bittikten sonra mümkün olduğunca o kozayı kırmak gerektiğini düşünüyorum. Yoksa kendimizi zaman içinde tekrar etmeye başlıyoruz.
- Her kitapta kendinizi aradığınızı söylüyorsunuz, yolun sonunda bulacak mısınız?
- Bana varmaktan çok gitmek önemli geliyor. Hareketi, bir yerden bir yere taşınmayı, sürekli birden fazla iş yapmayı seviyorum. Bence birçok kadın böyle. Kadınlar daha yetenekli. Anne, evini çekip çeviren kadın, iş kadını olarak o kadar çok rol üst üste biniyor ki aynı zamanda havada beş altı topu dengede tutmaya çalışıyoruz.
BİZ KADINLAR BİRBİRİMİZİ ÇOK EZİYORUZ
- 'İyi ki kadınız,' mı?
- İyi ki kadınız.
- Ama kitapta Siyah Süt'ten, 'Kadınlar birbirlerine karşı nasıl da acımasız olabiliyor?' cümlesini de alıntılamışsınız... Acımasız mıyız, gerçekten?
- Çok. Bunu çok eleştiriyorum. Biz kadınlar, birbirimizi çok eziyoruz, çok yargılıyoruz. Bence şu önemli bir kriter: Bir başka kadının başarısını görmekten mutlu oluyor muyum? Bu konuda net durabiliyorsak, epey yol kat etmişizdir. Bunu yapamıyorsak, ataerkillik içimize işlemiş demektir. Çünkü ataerkillik erkeğin kadının uyguladığı bir eşitsizlik değil, aynı zamanda kadının kadına uyguladığı bir eşitsizlik. O yüzden ben kızkardeşlik kavramını çok önemsiyorum. Bizde kızkardeşlik kavramı yeterince oturmamış. Kadın dayanışma ağlarının içselleştirilmesi lazım.

27 Aralık 2009 Pazar

Elif Şafak'ın bugünü...

Şafak'ın romanları dünyaca ünlü yayınevleri Farrar, Straus and Giroux, Viking ve Penguin
tarafından yayınlandı.
Bu yüzden kimi çevrelerce ''batı yanlısı'' olarak lanse ediliyor; tabi bunda ''Baba ve Piç'' adlı romanında Türk ve Ermeni ilişkileri üzerine kurduğu cümlelerin de payı büyük.
Sonuç olarak Türk kamuoyunda Şafak'a antipati duyanların sayısı da az değil. Resimde davanın görüldüğü günlerde posterini yırtan bir teyzemiz var; oldukça kızmışa benziyor:)

 Baba ve Piç romanında yazdıkları başına çok iş açtı Şafak'ın, bence yorumlarken ne çok acımasız olmalıyız, ne de Elif Şafak'ın bugünkü popüleritesinin bir kısmını bu tepkilere borçlu olduğunu unutmalıyız...

Bütün bunlara rağmen Elif Şafak'ın yazarlık konusundaki başarısı da su götürmez bir gerçek.
En azından popüler bir yazar olduğunu herkes kabul ediyor..
''Aşk'' adlı romanı da 2010'un Şubat ayında ''The Forty Rules of Love'' adıyla Amerika'da yayınlanacakmış.
Doğrusu bir bayan olarak gururlanmadım değil; tabi yayınlandıktan sonra ne kadar satar ya da bestseller olur mu bilemem:)

Romanlarının yanısıra Pazar günleri Habertürk Gazetesi Pazar ekinde ve Perşembe günü Habertürk Gazetesi'nde yazıları çıkıyor. 1 Mayıs'ta Habertürk'e transfer oldu. Daha önce Zaman'da yazan Şafak, yine duygusal bir yazıyla köşesine veda etti; Zaman' daki son yazısından kesitler:
(...)Buruk bir yazı bu. Kaleme alması zor bir yazı. Uzun zamandır salı günleri yazdığım bu köşeye artık veda ediyorum. Bundan böyle bir başka günlük gazetede düzenli olarak yazmaya başlayacağım. Kolay bir karar olmadı bu. Ya da öylesine verilmiş. Çok düşündüm, tereddüt ettim. Ama sonra hayatın önüme getirdiği bu değişikliğe itimad ederek kalbimi açmaya karar verdim.
Bazen ayrılmak, "terk etmek" demek değildir. Bu köşenin sevgili ruhdaş okurlarının beni anlayacağını umuyorum. Her birine baki selam, dostluk ve muhabbetle... şükranla...

Şafak'ın Habertürk'e transfer olduktan sonraki ilk yazısı da hayli dikkat çekiciydi: ''Ya karım bana aşık olursa'' Başlıktan da anlaşıldığı gibi aşk ve evliliklerden bahsediyor.
İşte o yazının en dikkat çekici bölümlerinden biri:
(...) Karımın mutsuz olduğunu hissedebiliyorum ama aslında ben ondan daha mutsuzum ve bunu ona söyleyemiyorum. Soğuk bir adamım ben. İşime dört elle sarılıyorum. Bir gün gelecek, artık beni sevmeyecek. Bundan neredeyse eminim. Günün birinde bana olan aşkı sona erecek. Tek temennim –ve tesellim- bir başkasına aşık olmaması.”
Adam uzun zamandır evli. Evleneli o kadar çok sene olmuş ki evli olmadığı dönemleri hatırlamakta zorlanıyor artık. Sahiden o muydu o heyecanlı, hevesli, biraz da hayta delikanlı? Sahiden o muydu tüm dünyaya meydan okumak isteyen o tıfıl yürek? Ne zaman yitirdi o genç adamı? Bir daha görememecesine...

Veda ederken ayrılığı, merhaba derken de aşkı seçmek oldukça güvenli...
Elif Şafak insanoğlunun en kırılgan olduğu noktalardan daha çok iş çıkaracağa benziyor...

25 Aralık 2009 Cuma

Nuri Bilgin ve ''Baba ve Piç''

Elif Şafak'ın babası Nuri Bilgin Ege Üniversitesi'nde akademisyen.
İddialara göre Elif Şafak'la hiç görüşmüyorlarmış. Ayrıca Fransa'da annesiyle ayrıldıktan sonra kızını hiç aramayan Nuri Bilgin'in 2. evliliğinden olan Selim Bilgin adında bir oğlu var.
Selim Bilgin'le de görüşmeyen Elif Şafak'ın 'Baba ve Piç' adlı romanını babasından esinlenerek yazdığı söyleniyor.
Şeker hastası olan babasına kızgınlığı Elif Şafak'ı bu romanı yazmada motive eden nedenlerden birisiymiş.
Tabi bunların hepsi iddia...
Biraz da Baba ve Piç romanından bahsedelim; Elif Şafak'ın 2006 yılının Mart ayında Metis Yayınları tarafından ilk basımı gerçekleşmiş olan romanı İstanbul-Amerika arasında, biri Türk diğeri Ermeni asıllı iki aile üzerinden Türk-Ermeni ilişkilerini 90 yıllık bir zaman dilimi içerisinde inceleyor.
Eserde Türk-Ermeni ilişkilerine her iki cepheden bakılmış,
Amerika'daki Ermeni diasporası ile Türkiyede'ki Türklerin birbirlerine bakış açıları Kazan ve Çakmaçıyan aileleri arasındaki tesadüfi ilişkilerle anlatılmıştır.
Ayrıca eserde Türk-Ermeni sosyal yaşamı irdelenmiş,
Türk ve Ermeni toplumları arasında varolan ortak his ve düşüncelerden de bahsedilmiş.
Bu roman Elif Şafak'ın Türklüğü aşağılama suçunun işlendiğini iddiasıyla dava edilmesine neden oldu. İşte romandan gerekçe gösterilen kesitler:

...Bütün akrabalarını 1915'te kasap Türklerin ellerinde kaybetmiş soykırımzede bir sülalenin torunuyum (Sayfa 63)


... Sen kalk gel Ortaasya'dan, dal dosdoğru Anadolu'nun bağrına, sonra bir bakmışsın her yerdeler! Orada yerleşik olan milyonlarca Ermeniye ne oldu peki? Asimile edildiler! Eridiler! Yetim bırakıldılar! Sürüldüler. Mal mülklerinden oldular! (Sayfa 65)


... Sıradan Türklerle ne konuşacaksın eğitim görmüşleri bile ya Milliyetçi ya cahil (Sayfa 130)


... Ayaşta sağ kalan olmamış Çankırı'ya götürülenler de peyder pey öldürülmüşler... Sopalarla, balta saplarıyla dövülmüşler. Bazıları açlıktan ölmüş bazıları da öldürülmüş (Sayfa 170-171)


... Türkler de 1915'te bunları Ermenilere yapanlar (Sayfa 172)


... 1909 Adana katliamlarından ya da 1915 tehcirinden... bunlar sana bir şey hatırlattı mı? Ermeni soykırımı diye bir şey duymadın mı hiç? (185-186)


... Toprağımızdan kovulduk, eşyalarımızdan olduk, hayvan muamelesi gördük, koyun gibi kesildik. Doğru düzgün haysiyetli bir ölüm bile esirgendi bizden. (Sayfa 192)


... Erkek bırakmıyorlar ortada. Silah arama bahanesiyle Ermenilerin evlerine girip sonra da yağmalıyorlar"

Dava beraat ile sonuçlandı, yorum sizlerin...

Ya ortasındasındır AŞK’ın merkezinde; ya da dışındasındır, hasretinde...

Ella Rubinstein 40 yaşında Amerikalı bir ev kadını...
Varlıklı bir aile...
Düzenli ve görünüşte “sorunsuz” bir evlilik...
Üç çocuğunu da büyüttükten sonra bir
yayınevinde editör-asistanı olarak iş bulur;
görevi A. Z. Zahara adlı tanınmamış bir yazarın
tasavvuf felsefesini konu alan tarihi romanını
değerlendirmektir.
Ancak eline aldığı bu kitap,
hiç beklemediği bir şekilde Ella’yı derinden sarsar,
dünyevi aşkı keşfetmek adına zorlu ve tehlikeli bir y
olculuğa çıkmasına neden olur...

Elif Şafak'ın çok satan bu romanı,
biraz melankoli yapayım diye
kitabını alanları derinden sarstı..
Aşk aslında hiç de bizim düşündüğümüz
gibi değilmiş dedik...

Kimileri çok eleştirse de,
hikayelerini tasavvufi kurallarla noktalaması
unutulan değerlerin popüler olmasını sağladı...İşte hikayelerini bağladığı o 40 kural en alttaki videoda bulunuyor... Elif Şafak'ın bu kadar popüler olmasındaki en büyük pay Aşk'a ait olduğu için bu kitapta neler demiş bir görelim...
Diğer taraftan evli ve iki çocuk annesi bir kadının aşkı bu şekilde anlatabilmesi biraz da kıskanmamıza sebep oldu...
Belki de bu yüzden başarılı oldu. Beklentilerimiz o kadar düşüktü ki, boyumuzdan büyük laflar duyunca gözümüzde çok büyüttük... Kimbilir...


Kitabın siyah ve pembe olmak üzere iki ayrı kapağı bulunuyor. Elinde pespembe bir kitapla dolaşmak istemeyen erkekler de unutulmamış yani:) Türk toplumunda marjinaliteye tahammül sınırlarını iyi biliyor olmalı ki böyle bir seçim yapmış(!)



Cem Cemina'yla Aşk üzerine konuştuğu radyo programı

Nerden tanıyoruz biz bu kadını?

Elif Şafak kimdir dediğimizde ''ayyy durun bir nerden tanıyorum bu kadını'' sendromuyla sık sık karşılaşıyoruz.
Peki gerçekten nerden tanıyoruz kendisini?
Pinhani desem?
Kem Gözlere Anadolu desem?
Yok yok olmadı..
En iyisi Aşk diyelim biz..
Evet kendisi Türk edebiyat tarihinin en kısa
sürede en çok satan edebi eserinin yazarı..
Tabi bundan çok daha fazlası var Elif Şafak'ta;
Kem Gözlere Anadolu,
Pinhan,
Şehrin Aynaları,
Siyah Süt eserlerinin bazıları...
Ancak tanınması Aşk ile beraber oldu;
kitapçılarda hemen gözünüze çarpar;kapağında kocaman bir kalp şekli ve
Elif Şafak/Aşk yazısı...
Sırf  benim ilgimi çekmemiş olacak ki kendisi artık Türk kadın yazar denince
akla gelen ilk isimlerden...
Annesi diplomat, babası ise sosyal psikolog ve akademisyen Elif Şafak'ın; anladığım kadarıyla düşünmek ve düşünerek ürettiğinden para kazanmak bir aile geleneği:) Ortaokulu Madrid'te okumuş; çok iyi bir İngilizce'ye sahip; zaten ''Araf'' ve ''Baba ve Piç'' de ingilizce yazdığı eserleri..